KALB ve MÂRİFET

“ALLAH kimin sadrını İslâm’a şerhetti (açtı ve genişletti) ise o Rabbinden bir nûr üzere değil midir?!… ALLAH’ın zikrinden kalbleri kasvetlenene veyl olsun!… İşte onlar apaçık bir dalâl (sapkınlık) içindedirler. (39/22)

Kalp, insan vücudundaki bütün âzâların kavşak noktası ve kumanda merkezidir. Onda öyle bir hususiyet vardır ki, hayâle ve hisse dayanmayan bütün mânâlar orada çözülür ve anlaşılır. Meselâ cihanın yaratılış sırrı, varlığın ezelden ebede kadar mutlak hâkim ve yaratıcısı olan Allah-û Teâlâ’ya nasıl muhtaç bulunduğu, O’na göre kendi varlığının nasıl bir hiç olduğu ve O’nu isim ve sıfatlarıyla tanımak gibi en yüce ve en ûlvî bilgiler, ancak kalbin nûrlanmasıyla tadılıp anlaşılabilecek şeylerdir.

Şüphe yoktur ki, Allah-û Teâlâ’nın Rubûbiyyet (terbiye edicilik) ve ilim sırlarına vakıf olup, varlık üzerinde kurduğu sınırsız saltanatını ve sonsuzluğa uzanan ihatasını bilip kavramak, bilgilerin en yücesi, en tatlısı ve en güzelidir. Hiçbir bilginin zevki, O’nu ve yüce saltanatını bilip, bu bilgi ile O’na yaklaşmanın zevkine denk olamaz.

Mârifetullah’a ermek ve O’nun bütün güzellikleri kendisinde toplayan Cemal’ini seyretmekten daha tatlı, daha ûlvî ve daha güzel bir zevk tasavvur etmek mümkün değildir. Ondan başka yerde zevk arayanlar, o yüce ve ûlvî zevkten nasibi olmayan ve o zevkin kokusunu almayan ve bilmeyenlerdir.

Allah-û Teâlâ’yı severek marifetine eren kimse, fânilikten ebediliğe intikal eder. O’nu hakkıyla seven kimsenin yolunu ölüm kesemez. Marifetin yerleştiği bir gönül evini, ölüm harap edemez. Marifet, insanın teninde değil, ruhundadır. Ruhun sırrı Allah-û Teâlâ’ya mahsus olup O’nun emrinde(n)dir. Ölümün yaptığı şey ise ruhun cesetteki faaliyetini durdurmaktır.

ALLAH yolunda öldürülenleri sakın “ölüler” sanmayın… Bilakis onlar dirilerdir; Rableri indinde rızıklanmaktadırlar. (3/169)

Bu lütuf, muharebe meydanlarında şehit olanlara mahsus zannedilmesin. Allah-û Teâlâ’nın irfan ve marifetiyle zenginleştirerek kendisine dost edindiği öyle kimseler vardır ki, her birinin derecesi bin şehit derecesinden üstündür.

Rivayet edildiğine göre şehitler, o âlimlerin derecesini görünce: “Ah, ne olaydı; keşke biz de onlar gibi olsaydık” diye onların derecelerine hayranlıklarını ifade ederler.

O’nun Kendisine dost olarak seçtiği kimselerle olan o sevgi alâkasını ise ancak sevgisine eren dostları, dostluklarının yakınlığı nisbetinde anlayabilmekte; dostlarına tecellisi ayrı seviye ve hüviyetlerde olması itibariyle de, her dostuna emanet edilen sır da ayrı hüviyette bulunmaktadır.

Rûhül Ârifîn