KISSADAN HİSSE

Musa peygambere genç bir adam dedi ki: “Bana hayvanatın lisanını öğret! Bu suretle kurdun, kuşun sözlerini duyayım da dinime ait işlerde ibret sahibi olayım. Çünkü Âdemoğulları’nın bütün sözleri, su, ekmek, şan ve şeref içindir. Belki hayvanların başka bir derdi, bu dünyadan göçme zamanında başka bir tedbirleri vardır!“

Hazreti Musa: “Git, bu hevesten vazgeç! Bunun önünde sonunda pek çok tehlikesi var. İbret almayı, uyanmayı Allah’tan dile… kitaptan, sözden, harften, duraktan değil!“ dedi.

Musa aleyhisselam menettikçe adam kızıştı, üstüne düştü. Zaten kişi, men edildiği şeye karşı haris olur, büsbütün üstüne düşer!

Dedi ki: “Ey cömert Kelîmullah, beni bu muradımdan mahrum etmek lûtfuna uygun düşmez. Bu zamanda Hakk’ın halifesi sensin. Mani olur muradımı vermezsen beni me’yus edersin.“

Musa Kelîmullah: “Yarabbi, mel’un Şeytan, bu sâf adamla alay mı ediyor? Öğretsem ziyankârlardan olacak, öğretmesem kalbi suizanla dolacak” dedi.

Cenab-ı Hakk buyurdu ki: “Ya Musa, öğret; çünkü Biz, keremimizden hiçbir duayı reddetmeyiz.”

Kudret, herkesin harcı değil… Acziyet ise Allah’ın has kulları için bir sermayedir. Eli bir şeye erişmeyen, kendini zühd ve takvaya vermiştir ki yokluk (ve fakirlik), bu yüzden daima iftihar sebebi olmuştur!

Zengin zenginliği yüzünden bu devletten uzaklaşmıştır… kudreti olduğu, sabrı terk ettiği, dilediğini yapıverdiği için!.. Âcizlik ve yoksulluk ise hırslarla, gamlarla dolu olan nefis belâsından (sabırlı olan) insana aman verir.

Cenab-ı Hakk buyurdu ki: “Ya Musa, sen onun dileğini ver de elini aç, dilediğini yapsın!“ İhtiyar ve irâde etmek, ibadetin tuzudur, lezzetidir. Yoksa bu gökyüzü, felekler de ihtiyarsız dönüp durmada. Fakat dönüşünden dolayı ne bir sevaba girer, ne bir günaha. Çünkü sevap da ihtiyarî olarak yapılan işe verilir, azap da! Zaten bütün âlem Allah’ı tesbih eder… Fakat irâde ve ihtiyarı olmadığından, ücreti, yaptığı tesbihten ibarettir. Erin eline kılıcı ver de, onu âcizlikten kurtar. Onu kudret sahibi yap da ya gazi olsun, ya yol kesici eşkıya!”

Musa aleyhisselam, tekrar ona şefkatle öğüt vererek “İsteğin seni mahcup eder, yüzünü sarartır. Gel, bu sevdadan vazgeç. Allah’tan kork. Şeytan, seni aldatmış, o sana ders vermiş!“ dedi. Adam, “Bari kapı dibinde yatıp duran köpekle kümes hayvanlarının dillerini öğret.” dedi. Musa aleyhisselam dedi ki: “Hadi git, istediğin oldu… (Sabah kalkınca)  ikisinin dili sana beyan olunacaktır.“

Adam, sabahleyin, tecrübe için, kapının eşiğinde beklemekteydi. Hizmetçi kadın sofra örtüsünü silkerken bir lokmacık bayat ekmek yere düştü. Horoz, ekmek parçasını hemencecik kapıverdi. Köpek dedi ki: “Sen, bize zulmettin. Buğday tanesi de yiyebilirsin. Halbuki ben yiyemem… Sen buğday da yiyebilirsin, arpa da, darı, mısır gibi başka şeyler de… Halbuki ben bunların hiçbirini yiyemem. Böyle olduğu halde bizim kısmetimiz olan şu bir parçacık ekmeği bile kapıyorsun!” Bu sözü duyan horoz, “Merak etme, Allah sana, buna karşılık başka şeyler verir. Bu ev sahibinin atı sakatlanacak. Yarın sabah, adamakıllı yer ve doyarsın, kederlenme! Atın ölümü, köpeklere bir bayram olacak… çalışıp çabalamadan bir hayli rızık dökülüp kalacak“ dedi.

Adam, bu sözü duyar duymaz derhal atı pazara götürüp sattı. Horozun dediği çıkmadı, köpeğe karşı mahcup vaziyette kaldı. Ertesi günü yine horoz, ekmeği kapınca köpek ağzını açtı, dedi ki: “A düzenbaz horoz… Bu yalan ne zamana kadar sürecek? Ne zamana kadar bu zulümkârlık, bu kara yüzlülük? Hani at sakatlanacak dediydin, nerde? Sözünde hiçbir doğru yok!”

İşe vakıf olan horoz ona dedi ki: “Atı sakatlandı sakatlanmasına ama başka yerde. Efendi uyanık çıktı. Atını satıp ziyandan kurtuldu. Uğrayacağı ziyanı, başkalarına yükletti. Fakat yarın katırı sakatlanıp ölecek” dedi.

O haris adam, hemencecik katırı da sattı, dertten de kurtuldu ziyandan da. Üçüncü günü köpek, horoza dedi ki: “Ey beyliği davulla ilân edilen yalancılar beyi, hani, nerede vaadin?”

Horoz, “Acele katırı da sattı. Fakat yarın kölesi ölecek. Ölünce de akrabası, yoksullara köpeklere ekmekler dağıtacaklar” dedi.

Adam, bunu duyunca köleyi de satıp ziyandan kurtuldu, yüzü parladı, neşelendi. Şükürler etmekte, âlemde üç ziyandan da kurtuldum, kümes hayvanlarıyla köpeklerin dillerini öğrendim de kötü takdirlerden kendimi kurtardım demekteydi. Ekmekten mahrum kalan köpek, üçüncü gün “Ey tek, çift atıp duran herzevekil! Yalanın, düzenin niceye bir sürecek? Sen yalandan başka bir söz söylemez misin?” dedi.

Horoz dedi ki: “Haşa… ne ben yalan söylerim, ne benim cinsimden olan öbür horozlar. Biz yalandan yunmuş, arınmışız; müezzinler gibi doğru söyler, güneşi gözetler, vakit geldi mi ki diye bekler dururuz! Üstümüze taş örtseler, bizi karanlık bir zindana kapatsalar yine içten içe güneşi gözler, vaktini haber veririz. Allah, bizi namaz vaktini bildirmek üzere Âdemoğluna hediye etmiştir. İçimizden biri yanılır da vakitsiz öterse o ötüşü ölümüne sebep olur. Vakitsiz “Haydin namaza” dememiz, kanımızı mübah eder. Kölesi öldü ölmesine de, onu alan kişinin yanında öldü. Ziyan, alan kişiye oldu. Açıkgöz efendi malını kaçırdı ama iyi bil ki kendi kanına girdi. Bir ziyana uğramak (ve o ziyanı sabırla karşılamak), birçok ziyanları defedecekti. Fakat şimdi ev sahibi ölecek. Mirasına konan feryat ve figan ederek bir öküz kesecek. Yarın, adam ölünce sana epeyce yemek düşecek. Köyde halk da, ileri gelenler de kurban etleri,  yemekler yiyecekler. Bir hayli et, koca koca ekmekler dağıtılacak.

Atın, katırın, kölenin ölümü, bu ham mağrura gelecek kazayı defedecekti, ona siper ve kalkan olacaktı. Fakat o, malın ziyanından ve zarara uğramak derdinden kaçtı da malını çoğalttı… çoğalttı ama kendi kanına girdi!

O herif de horoz ne diyecek diye kulak vermiş dinliyordu. Bunları duyunca ateşlendi… Koşa koşa Musa aleyhisselam’ın kapısına dayandı. Korkudan kapısının toprağına yüz sürmekte, Ey cömert Kelîmullah, feryadıma yetiş, demekteydi.

Musa aleyhisselam, “Yürü, kendini sat da kurtul. Mademki (satışta) usta oldun, atı, katırı ve köleyi satıp ziyandan kurtuldun, şimdi de kendini sat ve kurtul! Hadi, Müslümanlara ziyan ver, keseni, dağarcığını iki kat doldur.

Sana şimdi bahtının aynasında görünen bu kazayı, vak’a olmadan önce haber vermiştim” dedi.

Adam tekrar feryat edip dedi ki: “Ey iyi ahlâklı, lûtfet. Başıma kakma, yüzüme vurma. Ben, iyiliğe lâyık bir adam değilim, ancak öyle hareket edebilirdim… ettim de. Sen, benim liyakatsızlığıma iyi bir karşılık ver.”

Musa aleyhisselam, “Oğul, yaydan bir oktur fırladı, geri gelmesi âdet değildir. Ancak lütuf sahibi Hakk’tan dilerim, ölüm zamanı imansız kalmayasın, imanlı ölesin. İmanını yoldaş edindin mi dirisin… imanla gittin mi ebedîsin” dedi.

Tam bu sırada adamın hali değişti, gönlü bulandı. Leğen getirdiler ama bu, yemekten meydana gelen gönül bulantısı değil ki; ölüm alâmeti! A ham betbaht, kay etmenin ne faydası var sana?

Adamcağızın ayakları birbirine dolaşıyordu. Dört kişi alıp evine götürdüler.

Zamanın Musa’sı/halifesinin öğüdünü dinlemez, küstahlık yaparsan kendini çeliği sağlam bir kılıcın üstüne atmış olursun! Kılıç, senin canını alıverir, kesmekten haya etmez. Bu da senin lâyığın olur.

Deryaya lâyık olan su kuşudur; bu nükteyi anlayıver! Allah doğruyu daha iyi bilendir.

O adam, su kuşu olmadığı halde denize girdi; boğuluyor…

Musa aleyhisselam, o seher vakti duaya başladı: “Ey kullarını seven Rabbim!  O yanılmış, şaşırmış, haddini bilmemiş, haddinden fazla ileri gitmiş. Onun imanını alma, bağışla onu! Destgîri, yardımcısı ol!“

Cenab-ı Hakk buyurdu ki: “Ona imanını bağışladım. Hattâ hatırın için şimdi dirilteyim de.”

Musa Kelîmullah, “Yarabbi, bu dünya ölümlü dünyadır. Sen, onu aydınlık ve bâkî olan âhiret âleminde dirilt. Bu fani dünya, ebedi varlık dünyası değil. Sonunda yine ölecek değil mi… âriyet (geçici) dirilmede ne fayda? İlâhî! Şimdi onlara, gözlerden gizli olan ‘Ledeyna muhdarun’ yurdunda rahmet saç!“ dedi.

Mesnevi-i Şerif