Etiket arşivi: rabıta nedir

“Kişi Sevdiği İle Beraberdir.” Hadis-i Şerifinin Şerhi Mahiyetinde Bir Mektup

MANEVİ BERABERLİK


Mevlana Halid ‘kuddise sirruhû’ bu mektubu (risaleyi) Devlet-i Ali Osmaniyye’nin merkezinde bulunan halifelerine göndermiştir. 

***

‘Rahman ve Rahim olan ALLAH’ın İsmi ile’

Hamd ALLAH’a mahsustur.

O bize kâfidir.

Selam, seçtiği kullarının üzerine olsun.

ALLAH’tan şiddetli aşkı talep eden Hayru’l-Beşer Efendimiz’in ‘sallallahu aleyhi ve sellem’ sünnetine sımsıkı sarılan fakir kul Halid en-Nakşibendî’den Daru’l-Hilafe’de (hilafet merkezi İstanbul’da) ikamet eden ihlas ve kerem sahibi kardeşlerine…

Allah-û Teâlâ saltanat merkezi İstanbul’u hainlerin hilelerinden korusun! ALLAH’ın yardımı; orasını ve tüm İslâm beldelerini himaye eden Padişaha kıyamete kadar devam etsin!

Hepinize kâmil selam, hürmet ve ikrâm…

Sıhhatinize delalet eden mektubunuz geldi. Münkirlerin çokluğuna ve sıkıştırmalarına rağmen ulvî tarikımız üzerinde sebatınız bizi sevindirdi. Bunun için Allah-u Teâlâ’ya çok çok hamdettim.

Hakk’el-yakin sırlarından gâfil olan bazı kimselerin rabıtayı (mânevî beraberliği) tarikatte bid’at saydıkları ve onun aslının, hakikatinin olmadığına dair itikadları bize kadar ulaştı.

Hayır, öyle değildir!

Rabıta, Tarikat-ı Aliyye’nin esaslarından büyük bir esastır. Hatta Kitab-ı Aziz ve Sünnet-i Resul’e yapışmaktan sonra vâsıl olma sebeplerinin en üstünüdür. Öyle ki, büyüklerimizden bazıları sülûk (manevî yolculuk) esnasında yalnız onunla yetinmişler, bazıları ise rabıtadan başkasını emretti ise de fenâ fi’llahın mukaddimesi (başlangıcı) olan fenâ fi’ş-şeyhe kavuşturan yolların en kısasının rabıta olduğunu söylemişlerdir.

Büyüklerimizden Ubeydullah Ahrar ‘kuddise sirruhû’ söyle buyurmuştur: Âlemlerin Rabbi’nin “Ey iman edenler, ALLAH’tan korkun ve sadıklarla beraber olun” mealindeki kavl-i celilesinde emrettiği ‘sadıklarla beraber olmak’ emri, zahiri veya manevi beraberliği gerektirir. Manen beraber olmak da râbıta ile olur. 

Rabıta ile ilgili bu hüküm ehli nezdinde meşhur olup Reşahât adlı eserde tafsilatlıca açıklanmıştır.

Rabıtayı inkâr edenler onun ne demek olduğunu iyi anlayamamışlardır. Şayet iyi anlasalardı inkâr etmezlerdi.

Tarikatta rabıta, müridin, fenâ fi’llaha kavuşmuş kâmil mürşidinin ruhaniyetinden mânen beslenmesi, manevi gıda alması demektir. Mürşidin sûretini düşünmek, gıyabında da huzurundaki gibi feyz (manevi gıda) almasını sağlar. Huzûru ve nûru kuvvetlendirir. Bu vesile ile mürid, kötü ve çirkin işlerden (fahşa ve münkerden) uzak kalabilir.

[Rabıta, müşâhede makamına ve Zati sıfatların tecellilerine kavuşmuş kâmil mürşidin sûretini hayâl ederek, ayrı yerde de olsa, onunla mânen, ruhen irtibât kurmaktır.

“Onlar görüldüğü zaman ALLAH hatıra gelir” hadîs-i şerifinin mucibince kamil mürşidi gözle görmek nasıl ki mürîdi zikir yapmış gibi faidelendiriyorsa; râbıta da aynı şekilde istifade ettirir.

Şurası sarih bir hakîkattır ki, her an sâlihlerle oturmaya teşfik eden sayısız hadîs-i şerif mevcuddur. İşte râbıta, bunu, manevî olarak tahakkuk ettiren bir vesiledir.]

Bu, inkârı tasavvur edilemeyen bir hakikattir. Bunu, alnına hüsran damgası vurulmuş, rahmetten uzak ve azâba yakın olandan başkası inkâr etmez.

Eğer bir kimsenin evliyaya itikâdı varsa, onlar zaten, râbıtanın güzelliği ve faydasının büyüklüğünü açıklamışlar ve hatta bu hususta ittifak etmişlerdir. Nitekim onların kûdsi kelimelerini takip edenlere ve hoş sohbetlerinin kokusunu koklayanlara bunlar gizli değildir…

Tevfîk Allah-u Teâlâ’dandır ve hidayet yoluna ileten O’dur.

***

İbn-i Hacer El Mekki, ‘Şemail’ adlı kitabının şerhinin sonunda, Hafız Celalüddin es-Suyuti’nin ‘Peygamberi ve Melekleri Görme Hususundaki Karanlığın Aydınlatılması’ isimli kitabında söylediği söze ittifak ederek şöyle demiştir: Abdullah İbni Abbas’dan ‘aleyhimürrıdvan’ rivayet olunur ki: O, Peygamber Efendimizi rüyasında gördü. Sabahleyin Ezvâcı tâhirâttan birinin yanına gitti. Kendisine Rasûlullah Efendimizin aynasını verdi.  Abdullah İbn-i Abbas aynaya baktı ve aynada Rasûlullah Efendimizin mübarek suretini görüp kendi suretini görmedi. İşte bu hâl, sufilerin ıstılahında fenâ fî’r-râbıtadır (râbıtada fenâ/yok olmaktır: rabıta ile fenâ bulmaktır).

Sözümüz ve itirazımız Peygamber Efendimizin sureti hakkında değildir, denilmesin. Zira biz deriz ki; bu, Peygambere has olan özelliklerden değildir. Bu cinsten olan hususiyetlerde onlar ile veliler müşterektir. Ehli nezdinde bunda hiçbir şüphe yoktur.

Marifetler sahibi imam Tâceddin el-Hanefi en-Nakşibendi el Osmani ‘kuddise sirruhû’, Taciyye risalesinde ALLAH’a ulaştıran yolları açıklarken şöyle der: Üçüncüsü, müşâhede makamına ve Zati sıfatların tecellilerine kavuşmuş bir mürşide râbıta yapmaktır. Zira “Onlar öyle kimselerdir ki, görüldüğü zaman ALLAH hatırlanır.” mealindeki hadis-i şerif mucibince, onları görmek, zikrin faydasını verir. Böyle bir mürşidin sohbeti ise “Onlar ALLAH ile meclis kuranlardır” mucibince İlahî huzuru temin eder.

İmam Sühreverdi’nin Avarif isimli kitabında, Hambeli âlimlerinden Gavsu’l a’zam ve imamu’l efham Abdülkadir el-Ceyli’den ‘kuddise sirruhû’ şöyle nakledilmiştir: “Fakir kişinin Veliler ile rabıtası vardır. Zahiri olarak ikram ve iltifat görmese de bu rabıta sebebiyle bâtınî olarak onlardan istifade eder; beslenir.”

[Misalde hata olmasın, bilgi veya enerji haznesi olan bir merkezden kablosuz aktarım yapmak gibi bir şey… Bahsi, feyz ve rahmete; görülmesi ise zikir ve haşyete vesile olacak kadar nefsi terbiye olmuş ve hakk’el-yakîni bulmuş bir zat-ı şerife ihsan edilen manevi dirayet ile deruni ilimlerden gönül ve muhabbet bağı ile (rabıtaya devamla) istifade etmek… Şer’i ölçülerin zahir ve/veya batınına uymakta zorlanan kalb-i manevî, şifa olan gıdasını bu vesile ile ala ala beslenir, tedavi olur; nefis ve şeytan gibi acımasız iki düşmana karşı kuvvet ve hayat bulur.]

[Sâlik, sülûkünün başında Rabbini (şanına lâyık şekilde) bilmesi, Rabbine kalbiyle şehadet getirmesi mümkün değildir. Bu olmayınca ALLAH’ı (haşa) hâdis bir mahlûk gibi (yukarda bir mekânda veya bir sûrette) tasavvur edecektir. Bu durum, kişiyi küfür yoluna sürükler. 

Şurası muhakkaktır ki mürîdin, Rabbini doğrudan doğruya istihzâr etmesi yani vasıtasız olarak huzura varması en mükemmel olanıdır. Fakat mürîd, kat’î surette sülûkunun başlangıcında buna muktedir olamaz. Bu durumdaki hiçbir kul havâtırdan, vesveseden kurtulamaz. Bunun ne demek olduğunu ârifler bilir. Kendine bir rehber bulmayan da mazur sayılmaz.

İdrâk edilebilen hâdis bir mahlûk ile idrâk edilemeyen Kadîm Hâlik’ı hayâlen (vehimle) değil, şuhûden (yani kalb ile) bildirecek vesileyi, “O’na yakîn’e vesile arayın” emrine uyarak arayıp bulmak ve ona başvurmak lâzımdır.]

[Müceddid-i Elf-i Sânî Hazretleri Mektûbat’ında, rabıta hakkında şunları yazmıştır: Bu Tarikat-ı Aliyye’de sülûk etmek, kendisine uyulan mürşide karşı muhabbet râbıtası iledir. Bir mürid, kendisine tabi olunan mürşide beslediği muhabbet vasıtasıyla (karpuzun güneşin hararetiyle saat saat olgunlaşması gibi) saat saat onun boyasıyla boyanır… İn’ikâs / aksetme yolu ile onun nurları ile nurlanır. Ki bu zat, seyr-i murâdî (ALLAH tarafından seçilmiş ve sevilmiş kullara ait bir seyr) ile bu yolu katetmiş ve ilâhi cezbe kuvvetiyle bu yüksek kemalâtlara boyanmıştır.]

[Müşâhede makamına ve Zati sıfatların tecellilerine kavuşmuş olmayan bir kimseye râbıta etmek ise râbıta edeni menzil-i maksûduna ulaştırmadığı gibi; bilâkis onu içinden çıkılmaz ve helâk edici vartalara düşürür.]

Bu manâda büyüklerin sözleri sayılamayacak kadar çoktur.

Bu sözlerde, velilerin öldükten sonra tasarruf ettiklerine dair açık deliller de vardır. Birçok muhakkik, bu hususta açıklayıcı risaleler yazmışlardır. Onun için inkârından kaçınılmalıdır. Zira inkârı tehlikelidir, helâke götürür. 

İşleri ümmetin yükünü çekmek ve dertlerine çare bulmak olan evliyâ-ı kiram ve dinde söz sahibi âlimler, hak ve hakikat olduğunu açıkladığı böyle hükümleri avâmın inkâr etmesi nasıl caiz olabilir? Bu zevatın arasında öyleleri vardır ki, ledünni ilimleri Allah-u Teâlâ’dan vasıtasız almışlardır.

Hulasa-i kelam, bu yol şerefli Sahabe-i Kiram’ın ‘alehimurrıdvan’ yolunun ta kendisidir. Eksiği ve fazlası yoktur.  Bunun içindir ki, Şah-ı Nakşibend olarak tanınan Es-Seyyid Muhammed el-Buhari ‘kuddise sirruhû’ şöyle buyurmuştur: “Bizim yolumuzdan yüz çevirenin dini tehlikeye girer.”

***

Bu fakir sizlere sabah akşam İslâm’ın medarı olan Devlet-i Ali Osmaniyye’nin devamı ve din düşmanlarına galip olması için sâlih dualar etmenizi emreder!

ALLAH’ın selamı, rahmeti ve bereketi başta ve sonda sizlerle olsun. 

Hâlid-i Nakşibendi