Etiket arşivi: hadis-i şerif

YA HANNÂN YA MENNAN!

Ashab-ı Kiram’dan birisi Huzur-u Risâlet Penâhiye gelerek: “Ya Resûlallah, îmân üzere ölen herhangi bir kimse cehennemde kalacak mı?” sorusuna cevaben Resûlullah ’Sallallahu aleyhi ve sellem’ Efendimiz şöyle buyurdu: 

Evet, kalacak! O da cehennemin dibinde bin yıl müddetle kalmış bir kimsedir. “Ya Hannan, Ya Mennan!” diye feryat eder. Sesi o kadar yükselir ki, Cibril onun sesini duyunca “Acaba ne oluyor?’ “Acaba ne oluyor?” diyerek hayretinden şaşakalır. Nihayet dayanamayıp, Rahman’ın arşının önünde secdeye kapanır. Hakk Teâlâ, Ey Cibril kaldır başını, buyurur. O da başını kaldırır. Cenab-ı Hakk, onun neler duyduğunu bildiği halde Cibril’e sorar: “Seni bu kadar şaşırtan nedir? Cibril: “Ya Rabbi! Cehennemin dibinden gelen bir ses duydum. Ya Hannan, Ya Mennan! diye feryat ediyor… İşte ona şaşırdım” dedi. Allah-u Teâlâ, Cibril’e şöyle buyurur: Ey Cibril, Malik’e git, söyle: Ya Hannân Ya Mennan diye feryat eden kulumu oradan çıkarsın.

Cibril gider ve ona, Hakk Teâlâ’nın emrini iletir. Mâlik, cehenneme girer;  çok arar lâkin bulamaz (oradakileri, annenin çocuklarından daha iyi tanıyor olmasına rağmen…). Sonra gelip Cibril’e der ki: “Doğrusu cehennem öyle bir çatırtı ile patlayıp fışkırıyor ki, ne taşı demirden ne de demiri insandan ayırt edebiliyorum.”

Cibril geri döner, Rahman’ın arşı önünde tekrar secdeye kapanır. Allah-u Teâlâ ona: Ey Cibril kaldır başını! Niçin kulumu getirmedin? diye sorar. Cibril: Ey Allah’ım, Mâlik diyor ki: Cehennem öyle bir çatırtıyla patlayıp fışkırıyor ki, ne taşı demirden ne de demiri insandan ayırt edebiliyorum. Allah-u Teâlâ Hazretleri şöyle buyurur: Mâlik’e söyle, o kulum, cehennemin gizli ve şu kadar derinliğinde filanca yerin şu köşesinde bulunmaktadır.

Cibril tekrar Mâlik’e gelerek durumu ona haber verir. Mâlik, yeniden cehenneme girer. Adamı tarif edilen yerde, baş aşağı atılmış, başı ayaklarına ön saçları ile bağlanmış, elleri boynunda kenetli, üzerine yılanlar, akrepler üşüşmüş bir halde bulur. Onu, üzerindekilerin döküleceği biçimde tutup bütün kuvvetiyle silkeler, sonra zincirler ve bukağıların parçalanacağı bir şekilde kuvvetle çekerek onu ateşten çıkarıp hayat suyuna daldırır. Sonra da Cibril’e teslim eder.

Cibril onun perçemlerinden tutup Rahman’ın arşı önüne kadar sürükleyerek getirir. Yolda Cibril’in karşılaştığı her melek topluluğu, bu kulu gördüklerinde ’üf be şuna!’ diye tepkilerini dile getirirler.

Cibril, Rahman’ın arşı önünde tekrar secdeye varır. Allah-u Teâlâ Hazretleri: Ey Cibril kaldır başını, der. Daha sonra da diğerine: Kulum, seni güzel bir biçimde yaratmadım mı? Sana elçi göndermedim mi? O elçi sana kitabımı okumadı mı? Sana iyi yapmanı emredip kötü olandan da nehyetmedi mi? diye sorar. Kul da bunların hepsinin doğru olduğunu söyler. Cenab’ı Hakk: O halde şu şu günahları niçin işledin, der. Kul da: Rabbim! Günah işlemekle kendi kendime zulmettim ve nihayet şu kadar sene cehennemde kaldım. Ancak Senden asla ümidimi kesmedim Rabbim! Sana hep: ’Ya Hannân, Ya Mennan! (Ey rahmeti ve ihsanı hesapsız!) diyerek yakardım. Kerem ve ihsanınla kurtardığın bu kuluna artık merhametinle muamele eyle! der.

Bunun üzerine ALLAH-u Teâlâ Hazretleri: Ey Meleklerim, şahit olunuz ki, bu kulumu (rahmetimle) bağışladım, buyurur.

İmam Ebu Hanife Müsnedi

*****

Bu kıssa, bir gün, Hasan-ı Basrî hazretlerinin yanında anlatılır. Cehennemde “Ya Hannân, Ya Mennân!” diye ağlayıp sızlayarak bin yıl azab çektikten sonra en son çıkanın “Hinâd” adında birisi olduğu söylenir. Sözün burasında oluk oluk gözyaşı akıtarak ağlamaya başlayan Hazret: “Keşke” der “Ben Hinâd olsaydım.”

Bu sözleri üzerine yanında bulunanların hayretten şaşa kaldıklarını görünce der ki:

-Neden şaşırdınız?

Hinâd denilen adam (sonsuz olan hayatın zerresi dahi sayılmayacak kadar kaldıktan sonra) nasıl olsa bir gün  Cehennemden çıkmayacak mı?

-Çıkacak!

-Benim ise çıkacağım da belli değil!

***

Herkesin hareketi ve görüşü bulunduğu (manevi) makama göredir. Herkes âleme kendi görüş dairesinden (nefis mertebesinden) bakar.

Mavi cam güneşi mavi gösterir, kızıl cam ise kızıl… Renkten azade camlar hepsinden doğru gösterir.

(Aynı hadisede; nefsi emmare olan başkalarını kınarken, nefsi levvame olan kendini kınar; nefsi mülhime olan ilham üzere konuşurken, mutmainne olan ise huzur ile tefekkür eder…)

Mesnevi-i Şerif

KALPTEN HABER VAR

Hz. Mûsâ aleyhi’s-selâm yolda, “Ey Allah’ım, Ey Rabbim!” diye yakaran bir çoban gördü. (Diyordu ki): “Neredesin, gelip hizmetkârın olayım! Çarığını dikeyim, saçını tarayayım. Elbiseni yıkayıp, bitlerini kırayım. Ey Yüce Rabbim, Sana süt ikrâm edeyim! Elceğizini öpeyim, ayağını ovayım. Uyku vakti gelince yerceğizini silip süpüreyim. Sana feda olsun bütün keçilerim. Seni anmak içindir bütün nağmelerim, heyheylerim.”

O çoban, bu çeşit saçma sapan şeyler söyleyip duruyordu.

Mûsâ: “Kiminle konuşuyorsun?” dedi.

Çoban: “Bizi yaratan, bu yeri göğü var edenle.” dedi.

Mûsâ dedi: Çok âsi oldun sen. Müslüman olmadan kâfir oldun.

Bu ne zırva, bu ne küfür ve saçmalama? Ağzına pamuk tıka! Küfrünün pis kokusu dünyayı tuttu. Din ipeğini küfrün paçavraya çevirdi.

Çarık, dolak, ancak sana yaraşır. Böyle şeyler bir güneşe nasıl uygun olur? Bu tür sözlerden ağzını kapamazsan, bir ateş gelip insanları yakar. 

ALLAH’ın her şeye kadir ve her hususta âdil olduğunu biliyorsan nasıl oluyor da bu hezeyanlara, bu küstahlığa cüret ediyorsun? Nasıl oluyor da bu çeşit saçmalamak ve çizmeyi aşmak senin inancın haline geliyor?

Akılsız dostluk düşmanlığın ta kendisidir. ALLAH bu çeşit hizmetlerden müstağnidir.

Bu çeşit sözleri ancak amcana dayına söylersin. Cisim ve ihtiyaç, Celâl Sahibi’nin sıfatlarından mıdır? Büyüyüp gelişmekte olan süt içer. Ayağı muhtaç olan çarık giyer.

Senin bu sözlerin, (ALLAH): “Hastalandım, ziyaretime gelmedin”, “Benimle duyup Benimle görür” buyurduğu kullar için de anlamsızdır.

Hakk’ın seçkin kulları ile edepsizce konuşmak kalbi öldürür, gönlü karartır; amel defterini kapkara bir hale koyar. Erkekle kadın aynı cinsten olsa da, bir erkeğe “Fatma” desen, halîm ve mülâyim biri bile olsa, imkânı olsa senin canına kasteder. Kadınlar için Fatma bir övgüdür. Fakat erkeğe söylersen kılıç yarası gibi olur. El ve ayak bizim için övünç vesilesidir; oysa Hakk’ın müstağniliğine nispetle kusur.

(Çoban): Ey Mûsâ, ağzımı bağladın, pişmanlıktan canımı yaktın.” dedi. Üstünü başını yırtarak yana yana bir âh çekti. Başını alıp çöle doğru yola düştü.

Mûsâ’ya şu vahiy geldi: Kulumuzu bizden ayırdın. Sen kavuşturmaya mı geldin yoksa ayırmaya mı? Gücün yettiğince ayrılığa ayak basma. Ben’im katımda en çirkin şey boşanmaktır (ayrılıktır). Herkese bir huy, herkese bir çeşit ıstılah verdim. Ona metih olan söz, sana zemdir; ona göre baldır, sana göre zehir. Biz, temizlikten de beriyiz, kirliden de. Hantallıktan da ariyiz (müstağniyiz), çeviklik ve titizlikten de. Kendime bir yarar sağlamak için değil, kullarıma ikramda bulunmak içindir emirlerim. Hintlilere, Hintlilerin sözleri metihtir; Sintlilere, Sintlilerin… Onların teşbihleri ile münezzeh ve mukaddes olmam. Bu teşbih incilerini söylemekle kendileri temizlenir, pâk olurlar. Biz; dile ve söze bakmayız; gönle ve hale bakarız.

Kalp huşu sahibiyse kalbe bakarız, isterse sözünde kulluk ve boyun eğicilik olmasın. Çünkü kalp cevherdir, söz söylemekse a’raz. A’raz eklentidir, cevher maksat. Mânâsı gizli ve kapalı yahut başka olan bu çeşit sözler ne vakte kadar sürecek? Yanış isterim, yanış… O ateşe düş; yoldaş ol o yanışa… Canda sevgiden bir ateş tutuştur; aşktan bir ateş yak canında. Düşünceyi, sözü baştanbaşa yakıver. Yol yordam bilenler başkadır; canı, rûhu yanmış aşıklar başka, ey Mûsâ! Âşıklara her nefeste bir yanış vardır. Harap köye haraç ve öşür olmaz. Yanlış söylese de ona hatalı deme. Kanına bulanıp şehit olursa yıkamaya kalkışma. Şehitlere kan, sudan yeğdir. Bu yanlış söz de, yüzlerce doğrudan yeğ! Kâbe’nin içinde kıbleden (kıbleye dönme zorunluluğundan) eser yoktur. Âşıkların dini, mezhebi ALLAH’tır.

Yakut’un üstünde (yakut olduğuna dair) damga olmasa ne çıkar?

Ondan sonra Hakk, Mûsâ’nın sırrına dile gelmeyecek sırlar söyledi. Mûsâ’nın kalbine sözler döküldü. Görmek ve söylemek birbirine karıştı. Defalarca kendinden geçip defalarca kendine geldi. Kaç defa ezelden ebede kanatlandı.

Eğer bundan ötesini anlatmaya kalkışırsam ahmaklık etmiş olurum. Çünkü bunu açmak, bunu anlatmak, anlayışın ötesindedir. Söylesem, akıllar uçup gider; yazmaya kalksam, kalemler kırılır.

Mûsâ, Hakk’tan bu azarlamayı duyunca çöle düşüp çobanın ardınca koşmaya başladı. O hayran âşığın ayak izini sürdü, çölün altını üstüne getirdi. Nihayet onu buldu.

Dedi ki: “Müjdemi ver! Sana izin çıktı. Hiçbir adap ve tertip yolu arama; daralan gönlün ne isterse onu söyle! Senin küfrün (o halin), din; dinin de can nuru… Sen emniyete erişmişsin; dünya da seninle emniyette. Ey “Allah dilediğini yapar” sırrına erişip o sırla her şeyden affedilmiş olan kişi; korkusuzca yürü, dilini serbest bırak.”

Dedi: “Ey Mûsâ, ben o halden (o cezbe halinden), o sözlerden geçtim. Şimdi kendi gönlümün kanlarına bulandım. Ben Sidretü’l-Müntehâ’dan da aşmış, oradan bile yüz binlerce yıl öteye gitmişim. Sen bir kamçı vurdun, atım şahlanıp sıçradı, gökleri aştı. Şimdi benim halime söz sığmaz.”

Şimdi, ey ALLAH’a yalvaran kişi! Kendine gel kendine! Hamd etsen de şükretsen de bil ki senin yaptığın da çobanın lâyık olmayan yakarışı gibidir. Senin hamdın ona nispetle daha iyi olsa da Hakk’a nispetle değeri yok, sonsuz eksiktir. Ne vakte dek hamd ve şükrü yerine getiriyorum deyip duracaksın. Perde kaldırılınca oldu sanılan nice şeylerin olmamış bulunduğu meydana çıkar. Senin zikrinin kabulü rahmettendir. Âdeta kanı durmayan birinin namaz kılması gibi bir ruhsattandır. Onun namazına nasıl kan bulaşmışsa, senin zikrine de benzetme ve zannetmeler bulaşır. Kan pistir ama bir parça su ile temizlenir. Fakat içte öyle pislikler var ki… ALLAH’ın lütuf suyundan gayrı bir şeyle arınmaz, ibadet eden kişinin gönlünden eksik olmaz.

Keşke secdeye kapandığında: Sübhane Rabbiyel A’la’nın manasına: Secdem de varlığım gibi Sana lâyık değil. Sen kötülüğe karşılık iyilik ihsan eyle! hissiyatına ereydin.

Mesnevi-i Şerif