Etiket arşivi: alemler

S O N S U Z Â L E M L E R

O Celle celaluhu ve celle şanuhu’, biri diğeriyle tam bir uyum içinde yedi Semâ yaratmış olandır.  Rahman’ın yaratmasında hiçbir çelişki göremezsin…
Ayet-i Kerime Meâli

Güneş’in içine 1 milyon 300 bin taneden fazla Dünya sığar. İçinde yer aldığı ve yolculuğuna devam ettiği Samanyolu Galaksisi’nde ise kendisinden çok daha büyüklerinin de olduğu milyarlarca yıldız mevcut.

Büyüklüklerini asla kavrayamayacağımız o her bir yıldız ile diğeri arasındaki mesafe o kadar çok ki, en hızlı hava taşıtlarından daha hızlı giden araçla birinden diğerine yolculuk yapsak, ömrümüzün biteceği ama o yolculuğun bitmeyeceği kadar.

Öyle ki; yüz yıllık bir ömürle hiç durmaksızın, saatte bin kilometre hızla giden bir araçla yolculuk yapsak, gidebileceğimiz en uzak mesafe bir milyar kilometre bile değildir… Oysa Güneş’e en yakın olan yıldızın uzaklığı 38 trilyon kilometre; Kutup yıldızının uzaklığı ise 428 trilyon km’dir.

Saatte bin kilometre hızla herhangi bir yere varılamayacağı için saniyede 300 bin kilometre kat eden ışık hızıyla Güneş’e sekiz dakikada, en yakın yıldıza yaklaşık dört yılda, Kutup yıldızına kırk beş yılda ve en uzak yıldızlardan birine ise ancak on binlerce yılda varılabilir.

Eni 20 bin, boyu 100 bin ışık yılı olduğu tahmin edilen Galaksi’mizde ise milyarlarca yıldız ve her bir yıldız ile diğeri arasında, ışığın bir yılda aldığı mesafeye göre birler ve binlerce yıllık mesafe mevcut.

En yakın galaksi ile arasındaki mesafe 2,5 milyon ışık yılı olan Samanyolu Galaksi’si gibi veya ondan çok daha büyük milyarlarca galaksi var Evren’imizde…

Milyarlarca galaksi içinde milyarlarca yıldız ve içinde milyarlarca yıldızı barındıran galaksilerden milyarlarcası ve bu da sayısız âlemlerden ve ‘O’nun ’Celle celaluhu ve celle şanuhu’ ‘OL’ emr-i sübhanisi ile kudret ve azametinin tecellilerinden sadece bir tanesi…

Sayısız âlemlerden bir tanesinin içindeki milyarlarca galaksiden birinde yolculuğuna devam eden milyarlarca yıldızdan sadece bir tanesinin çevresinde dönen küçük bir gezegenin üzerinde yaşamına devam eden bizler ise, ‘O’nun ’Celle celaluhu ve celle şanuhu’ ‘OL’ emr-i sübhanisi ile kudret ve azametinin tecellilerinden sadece bir tanesinin içinde bile bir zerre değiliz.

Okyanusta bir damla bile değil…

Sadece biz mi?

İçine 1 milyon 300 bin taneden fazla Dünya sığacak kadar büyük olan Güneş ve etrafında dönen gezegenlerin tamamı bile yaratılmış olanların içinde okyanusta bir damla sayılmaz.

“Fe’Sübhanellah..”

“La havle ve la kuvvete illa billah”

*     *     *     *     *

Birinci kat semâ ve içindekilerin tümü, ikinci kat semâ içinde çöldeki bir yüzük oranındadır; ikinci kat semâ ve içindekilerin tümü, üçüncü kat semâ içinde gene çöldeki bir yüzük gibidir… Yedi kat semânın her biri bir diğeri içinde çöldeki yüzük gibi kalır. Dünyanız ve yedi kat semâ, Kürsi’nin içinde çöle atılmış bir yüzük halkası kadardır. Kürsi de Arş’ın içinde gene çöle atılmış bir yüzük halkası gibidir.

*     *     *

Arşın taşıyıcılarından bir melekten bahsetmem için bana izin verildi ki, onun kulağı ile omzu arasındaki mesafe kuş uçuşu ile yedi yüz yıllık bir mesafe kadardır.

*     *     *

Allah’a yakîn sahibi birtakım melekler var ki, onlar dünyanın ve insanın var oluşundan bile haberdar değillerdir.

*     *     *

Semâ gıcırdamaktadır! Ve gıcırdamak da hakkıdır!. Onda bir ayak basacak kadar yer yoktur ki, bunda secde ya da rukû halinde bir melek bulunmasın!

*     *     *

Resul-i Ekrem ’Sallallahu aleyhi ve sellem’  Efendimiz semâ âlemine uruç buyurdukları zaman kale burçları gibi bir mevkide birbirinin yüzüne doğru, sıra ile birbiri ardından yürüyüp giden bir takım melâike görmüştü. “Bunlar nereye gidiyorlar?” diye Cebrâil ’Aleyhi’s-selam’’a sordu. Cebrâil ’Aleyhi’s-selam’: “Bilmiyorum. Ancak ben yaratıldığımdan beri bunları görürüm ve evvel gördüğümün bir tanesini bir daha görmem, dedi. Onlardan birine, ikisi birden: “Sen ne zaman yaratıldın?” diye sordular. O da: “Bilmiyorum. Ancak Cenab-ı Hakk her dört yüz bin senede bir yıldız yaratır. Ben yaratıldığımdan beri de dört yüz bin yıldız yarattı, cevabını verdi.

*     *     *

Muhakkak ki Allah-u Teâlânın, kendisine Hızkıyaiyl denilen bir meleği ve onun da on sekiz bin kanadı vardır. Bir kanattan diğer kanada mesafe beş yüz yıl kadardır.

Hatırından: Arş’ın tamamını görebilir misin? diye geçti. Bunun üzerine Allah-u Teâlâ Hazretleri ona kanatları kadar ziyade etti. Böylece bir kanattan diğer kanada mesafe beş yüz yıl olmak üzere otuz altı bin kanadı oldu. Sonra Allah-u Teâlâ Hazretleri ona: “Ey Melek, uç” diye vahyetti. Bunun üzerine yirmi bin yıl kadar uçtu da Arş’ın kaimelerinden birinin başına ulaşamadı.

Sonra Allah-u Teâlâ Hazretleri, kanatlarını ve kuvvetini bir kat daha artırdı ve kendisine uçmasını emretti. Bunun üzerine otuz bin yıl kadar daha uçtu da yine vasıl olamadı.

Allah-u Teâlâ Hazretleri ona şöyle vahy etti: “Ey Melek! Eğer sen, kanatların ve kuvvetin ile Sur’un nefhine kadar dahi uçacak olsan, Arş’ımın kaimesine ulaşamazsın.” Bunun üzerine Melek: “Sûbhane Rabbiyel A’la” dedi. Allah-u Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri de: “Sebbi hisme Rabbikel A’la”yı inzal eyledi.”

*     *     *

ALLAH’ım!

Eşyanın hakikatini bana olduğu gibi göster! 

*     *     *

Ya Rabbi!

Sana olan hayretimi arttır!

*     *     *

ALLAH’ım!

Hoşnutsuzluğundan rızana; cezalandırmandan bağışlamana; Senden (ve Seni yanlış bilmekten yine) Sana sığınırım! Senin Kendine olan medh-ü senân gibi medh-ü senâ etmekten acizim. Ancak Sen Kendini hakkıyla medh-ü sena edersin.

Hadis-i Şerifler

*    *    *    *    *

İçinde sayısız gök cismini barındıran sayısız evrenler de dâhil olmak üzere her biri kendi başına birer âlem olan zerrelere kadar canlı ve cansız her bir varlığın sürekli olarak yenilenmesi ve yenilerinin varlık âlemine her daim çıkıvermesi,

O, her an yeni bir yaratış ve tecellidedir.
(Ayet-i Kerime Meâli)

âyet-i kerimesiyle beyan edilirken…

İman etmekten öte ne o büyüklük ve ihtişamı kavrayıp idrak edebiliriz ve ne de her biri kendi başına birer âlem olan küçüklük ve kusursuzluğu…

Anlayıp idrak etmemiz gereken ise: Sayısız âlemleri ‘yok’ tan ve bir ‘OL’ emriyle var eden Âlemlerin Rabbi ve Hâlıkı’nı tanımak ve O’na kulluk yapmak için yaratıldığımızdır ve’s-Selâm.

*     *     *     *     *

Asırlardır uğraşılması ve araştırılmasına rağmen halen kaçta kaçının anlaşıldığı dahi bilinmeyen Evren’imizde, kimi Güneş’ten küçük, kimi Güneş kadar ve kimi de içine milyondan fazla Güneş’in sığabileceği kadar büyük trilyonlarca yıldızın barındığı milyarlarca galaksinin olması; her bir yıldız ve galakside nice sır ve varlıkların bulunması ve hepsinin yaratılışının gayesi Âlemlerin Rabbi’ne kulluktan başka bir şey olmaması; sadece bir ‘OL’ emriyle var edilen bu âlem gibi sayısız âlemlerin yaratılmış olması ve bütün bunların Âlemlerin Rabbi’ne kolaydan da kolay gelmesi her ne kadar idrakimizin kat be kat üstünde ise de; sayısız âlemler içinde eşref-i mahlûk olarak var edildiğimizi ve bu şerefi de sadece kulluk ve şükürle muhafaza edebileceğimizi; aksi halde ise esfel-i sâfiline düşeceğimizi idrâk, idrâkimizin üstünde değildir…

Kur’an-ı Hakim ve Resul-i Ekrem ’Sallallahu aleyhi ve sellem’  Efendimiz bildiriyorken…

 *     *     *     *     *

Bilinmeyi sevdim âlemi; bilmelerini sevdim Âdem’i meydana getirdim.

Ey ademoğlu!
Seni Kendim için, eşyayı da senin için var ettim. O halde, Kendim için var ettiğimi,
senin için var ettiğimin ayarına düşürme!
Kuds-i Hadisler

Ölçüsünce, Kâinatta bir zerre bile olmayan ve bir toz tanesinden binlerce kere küçük bir mikroba yenik düşecek kadar aciz olan bizleri, Kendisini tanıyıp sevmek ve Kendisine kulluk yapmak için var eden Âlemlerin Rabbi’ne sonsuz şükürler olsun, ezelden ebede kadar ve razı olduğu şekilde…

Ey işlerini mutlak adalet, rahmet ve hikmetle yürüten Yüce Rabbimiz! Kitab-ı Kerim’in ve Resul-i Ekrem’inle bildirdin ve bizler de lütuf ve ihsanınla bildik ve iman ettik Elhamdülillah; marifet ve muhabbetinin olmayıp taatinin yapılmadığı bir hayat ve dünyanın ind-i izzetinde zerre kadar bile değeri yoktur… İki dünyada da gerçek huzur, ancak ve sadece kulluğunla mümkündür. Bunun dışında, hiçbiri hariç olmamak üzere başka bütün yollar ve gidişatlar birer serap ve sonu haraptan başka bir şey değildir.

*     *     *     *     *

Ey Kendisine razı olduğu şekilde kulluk yapanların kalplerine huzur ve sekineti indiren; aksi yolda ve gidişat-ta ısrar edenleri ise manevi güzelliklerle yakîn halinden mahrum eden Allah’ım! İndinde bir sinek kanadı kadar bile değeri olmayan ve razı olmadığın her yönüyle rahmetinden mahrum kalan dünyanın zehirli bal hükmünde olan debdebesi, manevi kalbimizin günahlarla kirlenmesi oranında bizlere cazip ve çekici gelse de, razı olduğun işlere yönelmekle Sana rücu yoluna sülûk etmeyen kalbi katılaşmış kimseler gibi olmaktan…

Nasıl olduğu bizce meçhul olan “ruhundan üflediğin” andan beri Sana kavuşmayı arzulayan ruhumuzu seraplarla aldatmak ve dünya oyuncağı ile kandırmaktan; istemeyerek de olsa bu hale düştüğümüzde kendimizi doğru yolda olanlardan saymaktan…

Dünyevi meşgalelerin birinden diğerine, diğerinden ötekine koşturma tasası ve telâşesi içinde bir ömür değil bin ömür tüketse bile durmak bilmeyen; bin dünya eline geçse de doymak bilmeyen ve dahi bu halinden pişmanlık hissetmeyen nefs-i emmare ve bataklığından…

Kendisinden üstün ve eşref-i mahluk olarak yarattığın insanoğlunu, kin ve kıskançlığı sebebi ile doğru yoldan uzaklaştırmak isteyen şeytan-ı aleyhi’l-lane ve tuzaklarından…

Hiç beklemediğimiz an ve mekânda gelecek olan ölüm meleğine razı olmadığın halde yakalanmaktan bizleri muhafaza eyle Allah’ım!

Sonsuz lütfûn ve kereminle!

Amin!

*    *    *    *    *

Dünya hayatının misali gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, onunla insan ve hayvanların yediği yeryüzü bitkileri gürleşip birbirine karışıverir.

Nihayet yeryüzü güzelliğini takınıp süslendiği ve sahipleri de onun üzerinde kudret sahibi olduklarını sandıkları bir sırada,  gece veya gündüz emrimiz ona gelir de, sanki dün yerinde yokmuş, hiç şenlenmemiş gibi kökünden biçilmiş bir hale getiriverir.

Düşünen bir topluluk için âyetlerimizi işte böyle açıklıyoruz.
Ayet-i Kerime Meâlleri

“Yolcu Yolunda Gerek”

 ÜSVE-İ HASENE

Allah-u Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri ferman etti ki: Salih kullarım için gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve insanın hayal ve hatırından hiç geçmeyen nimetler hazırladım.
                       Hadis-i Şerif

Gözlerin görmeyip kulakların işitmediği, insanın hayal ve hatırından hiç geçmeyen nimetlerin sergilendiği Cennet’te, dilek ve isteklerin var edilmesi, anında yerine getirilmesi, nimetlerin en azı idi… Resul-i Ekrem ’Sallallahu aleyhi ve sellem’ Efendimiz öyle buyurmuş ve dünya hayatında pek çok örneğini sergilemiş idi…

Resul-i Ekrem ’Sallallahu aleyhi ve sellem’ Efendimiz öyle buyurmuş ve dünya hayatında pek çok örneği sergilenmiş olduğu için, değil sadece Cennet’ten bu dünyadan bile sayısız örnek verilebilir.

Öyle değil mi!

Her şey kudret ve iradesinde olan Yüce Rabbimizin, sevdiği ve razı olduğu kullarının dilek ve isteklerini bu dünyada veya öteki dünyada yerine getirmesine kim ve ne engel olabilir; sevdiği ve razı olduğu kullarını, izni olmaksızın, varlık âleminin en üstün ve şereflileri olan Nebi ve Resullerle ’Salavatullahi ve selamuhu aleyhim ecmain’  kim sınırlayabilir!

Elbette ki hiçbir şey!

Yapan ve yaratan O ‘Celle celaluhu ve celle şanuhu’ olduğuna ve her şey kudret ve iradesinde bulunduğuna göre diler bu dünyada, diler öteki dünyada dilediği anda ve dilediği canda yerine getirir..

İman etmek, kabul etmek, gönülden dua etmek ve severek kulluk etmek güzel kullardan başka kimlerden gelir!…

Her haliyle Cennet ve Ötesine davet edip yönlendiren Resul-i Ekrem ’Sallallahu aleyhi ve sellem’  Efendimizin hayat-ı saadetlerinde bu ve her hakikat en fazlasıyla sergilenirken ebedi saadete davet de tam manası ile yerine gelir…

Şöyle ki…

Güzide ashâbı ’Aleyhimü’r-rıdvan’ ile birlikte ikram olarak getirilen pişmiş bir kuzunun etini yiyip kemiklerini kırmadan bir tencerenin içine biriktirdikten sonra bereketli ellerini o kemiklerin üzerine koyan Resul-i Ekrem’Sallallahu aleyhi ve sellem’  Efendimiz, kuzunun eski haline dönmesini dilediği duasının hemen peşinden kemiklerin tekrar eski haline dönmesi, Cennet nimetlerine dünya hayatından verilecek örneklerden sadece bir tanesi…

Birlikte yolculuk yaptığı ashabının suları tamamen tükenmiş, dinlenmek ve namaz kılmak için mola verdiklerinde hem içecek ve hem de kullanacak bir damla bile suları kalmamıştı. Her haliyle Cennet güzelliklerini sergileyenin yanına gelip durumu arz ettiklerinde her zaman olduğu gibi yine ellerini saadetle kaldırıp dua etmesinin hemen ardından mübarek parmakları arasından musluklardan aktığı gibi sular akmaya başlaması; yüzlerce kişi içtikten, abdest aldıktan ve su kaplarını doldurduktan sonra da kesilmesi, Cennet nimetlerinin dünya hayatındaki bir diğer nümunesi…

Çağırdığında, toprağı yara yara yanına kadar gelen hurma ağacına “Ben kimim?” buyurduğunda, ağacın: “Sen Allah’ın Resulüsün! Sen Allah’ın Resulüsün! Sen Allah’ın Resulüsün!” cevabını vermesi ve ikinci bir emirle tekrar yerine gömülmesi; istirahat buyurdukları yerde gölge yapmak için bir ağacın gelmesi ve bir başka ağacın ise kuru iken yeşermesi; avucuna aldığı çakıl taşı veya ekmek kırıntılarının ‘Allah, Sübhan Allah’ diyerek tesbih etmesi; mübarek ‘ter’inin Cennet’ten geliyor gibi en güzel kokulardan daha güzel râyiha vermesi ve nurdan bedenleşmiş vücudunun Cennet’te yaşıyor gibi gölge etmemesi; duasıyla, hastaların iyileşmesi, âma gözlerin görür hale gelmesi ve ölülerin dirilmesi; bir parmak işaretiyle gökteki Ay’ın ikiye bölünmesi ve gurub eden Güneş’in tekrar geri dönmesi; Arz’dan Semâ’ya, Kürsi’den Arş’a ve âhiret âleminden en yücelere kadar seyr-ü sefer edip tekrar geri dönmesi ve bütün bunların birkaç dakikalık zaman içerisinde gerçekleşmesi; varlık âlemine çıkış ve öncesinden haşr-ü neşr ve sonrasına kadar geçmiş ve gelecek en önemli hâdiseleri haber vermesi ve sayısız âlemlerde yürürlükte olan düzen ve sistemi en veciz ve sâde ifadelerle beyan etmesi…

Bi’set’ten önce bile, küçük yaşlarda kaçırılıp köle olarak satılan ve dolaylı yoldan alınıp hediye getirilen Hazreti Zeyd’in ’Aleyhimü’r-rıdvan’, ‘en yüce ahlak’ ile müşerref olmasından bir zaman sonra yerini tespit eden ailesinin kendisini almaya gelmesinde, maddi bir karşılık olmaksızın serbest bırakılmış olmasına rağmen, ailesini değil de Efendiler Efendisini tercih ettirecek kadar izah ve idrak ötesi tatlı ve lâhuti bir ahlak ile âlemleri şereflendirmesi…

Onunla Aleyhi’s-selatü ve’s-selâm’ aynı dönemde yaşama ve Onun yoluna baş koyma saadetiyle şereflenen güzide ashabından birinin ’Aleyhimü’r-rıdvan’, düşmanları tarafından şehit edilmeden önce sorulan: “Sen evinde ailenle rahat ve güven içinde, yerinde de Efendinin olmasını ister miydin? sorusuna: “Allah’a yemin olsun ki, benim, evimde rahat içinde olmama karşılık Onun Aleyhi’s-selatü ve’s-selâm’ ayağına bir dikenin bile batmasını istemem” demesi; bir diğerinin ise ’Aleyhimü’r-rıdvan’ “Ona bir diken batacağına, ailem ve çocuklarım burada benim yanımda olsunlar, onu isterim” kelamını dedirtecek derecede muhabbet edilmesi…

Ahiret âlemine intikal haberini alan güzide ashabından birinin felç geçirmesi, bir diğerinin a’ma olmayı başkasını görmemek için dilemesi ve dileğinin yerine gelmesi; bir diğerinin ömrünün sonuna dek her gece Onu Aleyhi’s-selatü ve’s-selâm’ rüyasında görmesi ve bir diğerinin ise, Onsuz yaşadığı seksen yıl boyunca adının anıldığı her keresinde gözlerine hakim olamayıp ağlayacak şekilde sinelere yerleşmesi..

Cennet ve Ötesi’ne yönelenleri, her türlü manevi güzelliği barındıran sohbet-i şerifleriyle en yüksek derecelere erdirirken, Asr-ı Saadet’ten Kıyamet’e dek gelmiş ve gelecek ve dahi ümmetine rehberlik edecek olan Varis-i Resulleri muhabbet ve manevi sohbetleri ile kemâle erdirmesi…

Âlemler, hürmetine yaratılmasına rağmen tevâzu; tahammül edilmesi en zor durumlarda ise sabır, şükür ve sevgi gibi en yüce ahlâkı; koca bir orduya karşı tek başına atını mahmuzlayacak ve ganimet malı olarak kendi payına düşen kırk bin koyun, yirmi dört bin deve, altı bin esir ve on iki bin kilo gümüşün hepsini dağıtacak derecede sergilemesinin yanında hangi iş veya meşguliyet içinde olursa olsun, gönül ve düşünce dünyasının her an Âlemlerin Rabbine yönelmesi ve O’nu tespih etmesi; hangi hal içinde bulunursa bulunsun O’na hamd etmesi ve her şeyi O’ndan bilmesi gibi daha nice Cennet güzellikleri ve numunelerinin her vasfıyla ‘El-Hâbib’ ve ‘El-Emin’ olan Resul-i Ekrem ’Sallallahu aleyhi ve sellem’ Efendimizin hayat-ı saadetlerinde sergilenmesi ebedi saadete dâvetin tam mânası ile yerine gelmesi için…

*     *     * 

“Levlâke, levlâke lema helektul eflâke”

 “Ve ma erselnake illa rahmeten lil âlemin.”

“Ve inneke le alâ hulûkın am.”

kutsi hadis ve ayet-i kerimelerle, “âlemler, hürmetine yaratıldığı; o âlemlere rahmet ve azîm bir ahlâk üzere olduğu” bildirilen Resul-i Ekrem ’Sallallahu aleyhi ve sellem’ Efendimizin; 

     “And olsun ki,
Resulullah’ta sizin için,
Allah’a ve ahir güne kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çokça anan kimseler için üsve-i hasene vardır.”

âyet-i kerimesi ile de kimler için en güzel örnek ve en emin rehber olduğu beyân edilmektedir  ‘Sallallahu teâla aleyhi ve ala alihi ve ashabihi ve ehl-i beytihi ve sellem’.

***   ***   ***

ŞEMAİL-İ ŞERİF

“’Resul-i Ekrem ’Sallallahu aleyhi ve sellem’  Efendimizin mübarek yüzleri ayın on dördü gibi parlar, nurlar saçardı; rengi ise beyaz, gül kırmızısına çalardı.’ ‘Mübarek başları büyücek ve kerimane hareketli; alnı geniş; kaşları arası açık; kirpikleri sık, kavisli ve uzunca idi.’ ‘Kaşları yay gibi ince ve uzun; gözleri kudretten sürmeli idi. Siyahı gayet siyah, beyazında ise hafif kırmızılık vardı.’ ‘Gözleri uyur, kalbi uyumazdı; bu sebeple uyuması abdestini bozmazdı.’ ‘Mübârek göz uçları yere doğru eğik olurdu. Süküt halinde yere bakışları semaya nazarlarından daha fazla idi ve ekser bakışları mülâhazalı idi.’ ‘Saçları gür idi; ne düz ve ne de fazla kıvırcık, ikisi arası mutedil dalgalı idi.’ ‘Mübarek sakalları da gür; göğsünü dolduracak şekilde büyükçe ve tarifsiz güzellikte idi.’ Bir şeye üzüldüklerinde onları fazlaca messederlerdi.’ ‘Uzuna meyleden boyu ne çok uzun ne de kısa idi. Uzunluğu ile meşhur biri, yanında yürüdüğünde, o kimseden daha uzun görünürdü.’ ‘Mübarek dişleri bembeyaz ve inci gibi parlak; üst ön dişlerinin arası hafifçe açık idi. Kelâm ederken dişlerinin arasından nurlar saçılır; tebessüm ederken, fem-i saadeti, nurlar saçarak açılır idi.’Mübârek bedenleri herşeyi ile mûtedil; mübârek uzuvları birbirine çok uyumlu ve münâsip idi.’ ‘Haddizâ-tında mübarek azaları ve bedenleri hafif büyükçe idi; kendisini görenlerin nazarında ise daha büyük ve heybetli görünürdü.’ ‘Kendisini ilk defa görenler heybetine kapılır; fakat tanıyıp dostluk kuranlar O’nun sevgisinden kendilerinden geçerlerdi.’ ‘Yürümesi, hafif öne meyilli düz idi; yokuştan iner gibi îtinalı; yüksekten dökülen su gibi seri; son derece mütevazi ve vakarlı idi.’ ‘Yürürken ashâbını önünde yürütür: ‘Ardımı meleklere bırakın!’ buyurur idi.’ ‘Döndüğünde bütün vücudu ile döner; bir tarafa bakarken sâdece mübârek başıyla değil, bütün vücudu ile yönelirlerdi.’ ‘Karşılaştığı kişiye selamı ilk önce kendileri verirdi.’Muaşeretinde hafif yollu latifeci, konuşmalarında tebessüm edici idiler.’ ‘Mübarek kelamları tane tane idi; her işiten onu anlardı. Öyle kelâm ederlerlerdi ki, saymak isteyen kimse kelimeleri sayabilirdi.’ ‘Mübarek konuşmaları öylesine güzel ve tatlı idi ki dinleyenler, başlarının üzerinde kuş var da uçacakmış gibi dinler; kendilerinden geçerler idi.’ ‘Onunla birlikte öylesine huzur ve sekînetle namaz kılarlardı ki, kuşların, üzerlerine konduğu olurdu.’ ‘Güzel kokudan hoşlanırlar; reddetmezler ve dahi emrederler idi.’ ‘Koku sürünsün sürünmesin, mübarek teni ve teri en güzel kokulardan daha güzel kokardı.’  ‘Bir tarafa yönelip gittiklerinde, kendinden evvel güzel kokuları fark edilir; zatına has kokusundan nerelerden geçtiği bilinirdi.’ ‘Kendisi ile musafaha edenler, bütün gün onun rayiha-i tayyibesini duyarlardı.’ ‘Bir şeyi fenaya yormaz, hep iyiye yorarlardı. Uğursuzluk addetmekten hoşlanmazlardı.’ ‘Zan ile iş yapmaz; bir kimsenin diğer bir kimse aleyhinde lafını kabul etmezlerdi.’ ‘Güzel olmayan laflar edenlerden yüz çevirir; hoşlanmadığı bir sözü söylemek zorunda kaldığında, onu kinaye yoluyla ifade buyururlardı.’ ‘Yemede, giyinmede zaruret kadarı ile yetinir ve fazlasından çekinir idi. Kendisi ne yer ve ne giyerse, hizmetkârlarına da aynısını yedirir ve giydirir idi.’ ‘Kılık kıyafeti düzgün olmayandan düzeltmesini ister; imkân nispetinde, güzel ve hoş olanı giymeyi emreder ve: “Allah güzeldir, güzeli sever, güzel giyinmek kibir değildir, kibir hakkı ve hakikati reddetmek, halkı hakir görmektir.” buyurur idi.’ ‘Kendisinden isteneni vermesine hiçbir şey mani olmazdı.’ ‘Kendisinden bir şey istendiğinde onu yapmak isterlerse “Evet” derler; istemezse susarlar; yok demezlerdi.’ ‘Bir şeyden hoşnut olduklarında süküt ederlerdi.’ Bir şeyden hoşlanmadıkları zaman bu, simalarında görülürdü.’ ‘Kimseyi hoşuna gitmeyen şeyle yüzlemez, azarlamazlardı.’ ‘Hasılı: ‘İnsanların en güleç yüzlüsü, en yumuşak huylusu, en açık gönüllüsü ve en hoş canlısı idi.’ O’nu tarife çalışanlar: ‘Ne O’ndan önce, ne de O’ndan sonra, O’nun gibi bir zat görmedik!’ derlerdi.

Ramûz El-Ehâdis

***   ***   ***

“EL-HABÎB”

Levlâke levlâke
lema halektül eflâke
ve lemma ezhartü’r-rububiyyeh.

(Habîbim)
Sen (ve kulluğun) olmasaydı,
felekleri yaratmaz,
Rububiyyetimi izhar etmezdim.

Hadis-i Kudsî

Âlemlerin Rabbinin Ona ’Sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem’ ‘Habibim’ demesi ve sayısız âlemleri, Onun hürmetine var etmesi; aziz varlığı ve ahlâkı ile o âlemleri şereflendirmesi ve Rububiyyetini izhar etmeye mukaddes zâtı ve kulluğunu vesile etmesi; ‘La emrük’ hitabı ile yemin ettiği ömründe sayısız cennet nimetini sergilemesi ve her bir Nebi ve Resulden ’Salavatullahi ve selamuhu aleyhim ecmain’ vaktine yetiştikleri taktirde Ona ’Sallallahu aleyhi ve sellem’ tabi olmasını istemesi…

Onun da ’Aleyhi ve alihi ekmel-üt tahiyyat’: “Bir söz söylüyorum, onda övünmek yok: Ben Habibullah’ım!” “Allah’ın ilk yarattığı şey, benim nûrumdur.” “Ben Allah’ın nûrundanım, mü’minler de benim nûrumdandır.” “Âdem aleyhi’s-selâm su ile balçık arasında iken, ben peygamber idim” “Baas olunduklarında bütün peygamberlerin efendisiyim. Mahşere vardıklarında onların en önde olanıyım. Ye’se düştüklerinde müjde vericileriyim. Secde ettiklerinde onların imamıyım. Toplandıklarında, Allah’a en yakın olanıyım. Ben konuşurum, Allah beni tasdik eder. Ben şefaat ederim, şefaatim kabul olunur. Ben isterim, O da verir.” Şerefli Hadisleri (Sözleri) ile tebliğ etmesi gibi daha niceleriyle gerçek yeri ve değeri gösterilen; her hali ile ‘latîfeleri’ Cennet ve Ötesine yönlendiren; adının hürmetle anılması dünya ve ahiret saadetine vesile, sevgisi ise cehennem ateşine perde olan; dünyevi de olsa en küçük işlerde bile ona uymaya ibadet sevabı verilen ve ümmetine karşı son derece şefkat ve merhametli olan Resul-i Ekrem, Nebiyy-i Muhterem, Server-i Âlem ’Sallallahu aleyhi ve sellem’ Efendimizi hürmet ve muhabbetle anarken can-u gönülden salât-ü selâm getirebilmek, önceki Nebi ve Resullerin ’Salavatullahi ve selamuhu aleyhim ecmain’ Onun ’Sallallahu aleyhi ve sellem’ ümmeti olma saadetini dilemesi gibi büyük bir nimete -en hakir ve günahkârı olarak dahi- nâil olmamızın şükrünün bir gereği ve neticesi olduğu gibi;

“Kûl: Lâ es’elukum aleyhi ecran illel meveddete fil kurbâ” De ki: Buna (yaptığım tebliğe) karşılık sizden, kurba’da sevgi (yakîn ehline ve yakın ehlime sevgi) haricinde bir ecir istemiyorum.

ayet-i kerimesi mûcibince, dünyayı şereflendirişinde, ahirete göç edişinde, ikisi arasında ve sonrasında ümmetinin saadetini dileyen ve şefaatini de o sebeple erteleyen Resul-i Ekrem, Nebiyy-i Muhterem, Server-i Âlem ’Aleyhi ve alihi ekmel-üt tahiyyat’ Efendimizin yakınları olan âlini, ashabını, mübârek nesli Ehli-beytini ve dahi manevi ehli olan vârislerini karşılıksız sevebilmek; yapmış olduğu davete icabetin gereği; ‘Elest Bezmi’nde ‘Elestü bi Rabbiküm’ hitabına ‘Belâ!’ ile mukabele etmiş olmanın neticesi, meyvesidir.

***   ***   ***

İLK NUR

Yaratılıştaki hikmetler ve beşer idrâkini aşan hâdiselerle ilgili hadis-i şeriflerdeki bilgi ve işaretlerden Ehl-i keşfin çıkardığı mâna, ilk yaratılan şeyin Resul-i Ekrem ’Aleyhi ve alihi ekmel-üt tahiyyat’ Efendimizin hakikati olan ‘nûr’ olduğu ve sayısız âlemlerin de o ‘nûr’dan zuhûr bulduğudur.

Sayısız âlemlerin bir özden yaratılmış ve yaratılıyor olması, Âlemlerin Rabbinin her şeyi bir çekirdekten (özden) yaratmış ve yaratıyor olması hikmetine de muvafık düşmektedir.

Küçücük bir çekirdekten koskoca bir ağacı çıkarması ve koskocaman ağacı da küçücük bir çekirdeğe sığdırması ile bütün âlemleri bir özden meydana getirmesi ve o çekirdeğe sayısız âlemleri yerleştirmesi arasındaki fark zam‘an’ ve mekân olabilir sadece.

Çünkü O’nun için zor ya da kolay diye bir şey yoktur. Bir çekirdeği nasıl yaratırsa bir ağacı da öylece yaratır; bir insanı nasıl yaratırsa bir kâinatı da öylece yaratır veya yok eder. Çünkü O, Kadir-i Külli Şey’dir: Gücü ve kudreti her şeye yeten…

Çünkü:

O, bir şeyin olmasını dilerse onun için yalnızca “OL” der; o da oluverir.

Ayet-i Kerime Meâli

O’nun güç ve kudretinin sonsuzluğunu, her şey ile bir şeyi aynı anda ve kolaylıkla yaratacak güç ve kudretini idrak edip anla-maktan sonsuz derece uzak olduğumuz için yapabileceğimiz en güzel şey: Öyle oldu-ğunu en içten duygu ve düşünceyle kabul etmek ve özümsemek; öyle olduğuna inanmak; îman etmek…

***   ***   ***

“LEVLAKE”

“Allah var idi, O’nunla beraber hiçbir şey yok idi” iken “Bilinmeyi sevdi…”kten sonra ilk yaratılanın Resul-i Ekrem ’Sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem’  Efendimizin nûru olması ile yaratılıştaki gayenin en müstesna şekilde ’Aleyhi ve alihi ekmel-üt tahiyyat’ Efendimizin hayat-ı saadetlerinde sergilenmiş olması hakikati “Levlâkê…” ‘nin kudsî manası ile de birebir örtüşmektedir.

Hem o nûrun ve hem de dünya âlemin-deki zuhûrunun “Sen olmasaydın…” hitabı ile müşerref olması, her iki durumda da, varlığı ve kulluğunun, ne kadar müstesna olduğuna işaret eder.

O nûr ’Aleyhi ve alihi ekmel-üt tahiyyat’, ilk yaratıldığı an da kulluğun en üstün halleri ile hemhâl idi; “Âdem aleyhi’s-selâm su ile balçık arasında iken, ben peygamber idim” deminde de kulluğun en müstesna halleri ile hemhâl idi; dünya âlemini şereflendirdiği zaman da kulluğun en müstesna halleri ile hemhâl idi; ahiret âlemine intikal ettikten sonra da kulluğun en müstesna halleri ile hemhâldir.

“Ömrümde sadece bir kere Sahabe-i Kirâm gibi secde etmek nasip oldu” diyen bir velinin durumu bu minvalde olunca Resul-i Ekrem ’Aleyhi ve alihi ekmel-üt tahiyyat’ Efendimizin kulluğunu her yönü ile yaşamak değil anlamak bile beşer idrakini aşan mevzulardan olsa gerek..

“Allah ile öyle bir vaktim olur ki, onda bana ne bir mukarreb melek, ne de mürsel bir peygam­ber yetişebilir.”

Hadis-i Şerif

***   ***   ***

DUA

Ya Rabbelâlemin! Ona, âline, ashabına, ehl-i beytine ve varislerine muhabbet ve hürmetlerin en güzeli ile yaşamayı ve ahiret âlemine o hâl üzere göçmeyi bizlere ihsan eyle Allah’ım!

Sonsuz lütfun ve kereminle…

Amin!

Yolcu Yolunda Gerek